22 Haziran 2010 Salı

Quincy Pondexter


Quincy Pondexter, henüz lisede Brook Lopez ve Robin Lopez ile birlikte ortalığın altını üstüne getirdikleri takımda NBA gözlemcilerinin radarına girmiş bir oyuncuydu. McDonald’s All-American olamaması da esasen Lopez Biraderler’in ününün gölgesinde kalmasından dolayıydı ki Q-Pon uğradığını düşündüğü bu haksızlıktan dolayı halen McDonald’s yemiyor. True story! Bunların üzerine evden çok uzakta olmamak için daha iyi okulları geri çevirip Washington ile yoluna devam ediyor. Atletizmiyle herkesi etkileyip lotarya potansiyeli gösterdiği ilk yıldan sonra ‘draft’e girmesi beklenirken, geçen üç yılın ardından Pondexter’ı hala üniversitede “Fındıkkıran” oynarken görebiliyorsunuz. Neden mi?

Pondexter’ın hem babası Roscoe, hem de amcası Clifford basketboldan geliyor. Jerry Tarkanian tarafından keşfedilip, bir başka efsane Lute Olson’ın yönetiminde elde ettikleri 24-2’lik dereceyi devam ettirip UCLA’in dominasyonunu kırma şansları varken gözetim listesine girip takımı yalnız bırakan yetenekli ama kafası güzel çocuklar. Hatta NBA ‘draft’ tarihinin ilk ‘underclassman’lerinden bu ikisi. Bunun sonunda Bulls tarafından ilk turda seçilen Amca Cliff, bir Quentin Richardson kariyeriyle oradan oraya savruluyor. Üçüncü tura kadar düşüp NBA kontratı alamayan Baba Roscoe ise İtalya’dan Arjantin’e ekmek parası için dünyayı dolaşıyor ve 10 yıllık kariyeri sonunda ülkesine döndüğünde bulabildiği en iyi iş Charles Manson gibi azılı suçlulara konaklık eden California’nın en şöhretli hapishanesinde gardiyanlık oluyor. “Bonecrusher” lakabını alışı ve mahkuma şiddet suçundan hüküm giyişini merak ediyorsanız özellikle Esquire ve NY Times’da konuyla ilgili güzel makaleler var. Biz konumuza dönelim.

Q-Pon’ın önünde işlerin nasıl boka sarabileceğiyle ilgili belki de en iyi örnek küçüklüğünden beri canlı olarak duruyor. Tıpkı Şaban Işık gibi küçükken sıklıkla ‘nah’ çektiği için bugün Sosyoloji bölümünden mezun olan bu adamın doğuştan Pyotr Tchaikovsky hayranı olmadığı ortada…

Her ne kadar yaptığı seçim kariyeri açısından makul olan gibi gözükse de bir son sınıf öğrencisi olarak ‘draft’ sırasına olumlu yansımayacağı açık. Çok özel bir atlet, sorumluluk alma ve liderlik gösterme konusunda bu yaz büyük gelişim kaydetti. Savunmada her zaman ‘hustle’ sınırlarını zorlayan, kolej boyunca oynadığı 4 numaradaki boy dezavantajını hızıyla kapatabilen bir eleman. NBA’de boy olarak 3 numara için bile çok yeterli gözükmemesi, pozisyonlar arasına sıkışıp kalması endişelerden birisi. Bugün bir savunma spesiyalisti gibi gözükmese de o kumaşa fazlasıyla sahip. En büyük soru işareti ise dört sene boyunca hücumuna bir orta mesafe şutunu bile ekleyememişken, onun için hayati olan dış şutunu nasıl bir faktör haline getirebileceği. Fakat burada da Nate Robinson-Will Conroy ikilisi gittikten sonra kazanmak uğruna Brandon Roy’u oyun kurucuya çeken, oyuncu gelişimi için en iyi koçlardan biri olarak tanınmayan Lorenzo Romar’ın etkisini hesaba katmalıyız. Kendisine kolej seviyesindeki atletik avantajlarını kullanarak, mümkün olduğunca sık potaya gitmesi salık verilen Q-Pon’ın oyununun bu yönünü NBA’e taşıması mümkün gözükmüyor. Ama bunca yeteneği görmezden gelip, oyununu NBA’e adapte edemeyeceğini de söyleyemezsiniz… Sancılı bir süreç ve kendisini seçen genel menajer için de riskli bir proje olacak. Ama tutarsa…

Bunu seven bunu da sevdi: Desmond MASON, Mickael PIETRUS, Corey BREWER

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder